Ahlak… Yüzyıllardır toplumların temel harcı, insan olmanın omurgası olan bir kavram. Ne yazık ki son yıllarda bu kavramın içi sessizce, fakat bir o kadar da hızla boşalıyor. En çok da en korunması gereken yerde: aile içinde.
Aile dediğimiz kurum, bir milletin en kutsal, en dokunulmaz yapısıydı. Şimdi bakıyoruz: bu yapının içinden gelen haberler, insanın içini ürpertiyor. Aile içinde yaşanan ahlaksızlıklar, sadece bireyleri değil, tüm toplumu yaralıyor. Çünkü bir çocuğun ailesinde şahit olduğu yozlaşma, onun ahlak pusulasını bozuyor. O pusula bir kez şaştı mı, o çocuğun sığınacağı hiçbir liman kalmıyor.
Ve daha da kötüsü: Artık “ayıp” yok. Eskiden utanılacak şeyler şimdi marifet gibi anlatılıyor. Aile içinde yaşanan ahlaksızlıklar magazin malzemesi olmuş, hatta bazı çevrelerde normalleşmiş durumda. “Kimin eli kimin cebinde?” sorusu artık yalnızca mecaz değil. Gerçek bir durum tespiti.
Peki, nasıl geldik bu noktaya? Sormaktan korktuğumuz bu soruyu artık yüksek sesle dile getirme zamanı. Dijitalleşme, bireyciliğin kutsanması, mahremiyetin magazinleşmesi ve maneviyatın ticari bir metaya dönüşmesi bu çöküşte başrolleri oynuyor. Ahlaki değerler, artık kişisel tercihlerle karıştırılıyor. Vicdan, yerini hesaplara; merhamet, yerini menfaate bırakıyor.
Belki de en korkuncu şu: Herkes durumun farkında ama aldırmıyor. Herkes bir sessizlik içinde. Şimdi o sessizliğin bedelini toplum olarak ödüyoruz. Bir nesil, bozuk aile düzenlerinin içinde hem yıkılıyor, hem başkalarını yıkıyor.
Şunu unutmayalım: Aile için sadece kan bağı demek doğru olmaz. Aile; bir değerler zinciridir. O zincirin halkaları koptukça toplum dağılır.
Artık bir uyanışa ihtiyacımız var. Ahlakı yalnızca dini veya geleneksel referanslara sıkıştırmadan, evrensel insanlık değerleriyle yeniden tanımlamamız gerek. Aileyi ayakta tutacak değerler, sadece nasihatle değil, örnek davranışlarla, kararlı bir duruşla ve toplumsal bilinçle korunabilir. Çünkü ahlak, insanın içindeki en temel terazidir. Ve o terazi bozulursa, ne birey kalır ne toplum.